30 Aralık 2009 Çarşamba

Mim İstiyorum Mimmmmmm!!!

Ya niye kimse bana mim göndermiyor yaaaa :(

Kendime hediye :P - - - Gecikmeli bir post :D

Malum yılbaşı kapıda. Ben ne yaptım peki, Strawberry'nin indiriminden kendime bir makyaj seti armağan ediverdim :D Çok fazla makyaj yapan biri değilim. Hal böyle olunca büyük boyuttaki farlarım bitmeden ömürlerini tamamlayıp mefta statüsüne geçmekteler. "E yazık ama daha bitmemişti buuuu" nidalarıyla kendilerini çöpe göndermek zorunda kalıyorum tabi ki. Strawberry'i sürekli takip ediyordum fakat hiç alışveriş yapmamıştım. Hem çevremde alışveriş yapanlardan hem de blog camiasındaki makyaj gurularından Strawberry'nin sunduğu hizmetin oldukça profesyonel olduğunu işittiğimden ve makyaj seti de çok ama çok uygun bir fiyata geldiğinden hemen attım sepete. Hatta sadece kendime değil iki arkadaşıma daha aldım, dolayısıyla hem kampanya indiriminden hem de 3 ve daha fazla ürüne yapılan %5 indirimden yararlanmış olduk :) Yanında yolladıkları Stila fondöten de keyfime keyif kattı :D

Makyaj seti 48 far, 6 ruj, 4 allıktan oluşuyor. Almadan önce yaptığım araştırmalarda güzel bir set olduğunu, alanların pişman olmadıklarını öğrendim. Tabi ki MAC vs. kalitesinde bir ürün beklemiyordum. Beni tek endişelendiren farların çok simli-parlak olma ihtimali ve setin boyutunun düşündüğümden daha küçük olmasıydı ama beklediğimden de güzel bir setle karşılaştım. Boyut olarak ideal, farlar ne mat ne de çok parlak tam kıvamında. Dolayısıyla benim için süper bir alışveriş oldu. İndirimlerle beraber set başına 20 TL gibi bir meblağ ödedik.

Paket çok özenliydi. Malzeme zarar görmesin diye içi köpük doluydu. Ayrıca paketi mor bir kurdeleyle bağlamışlardı ki bence çok şıktı (Kurdelemi çekmeyi unutmuşum :P)


İlk alışverişim olduğu ve 25$ üzerinde bir tutarda olduğundan far paletlerinin yanında bir de Stila'nın fondötenini yollamışlar.

 
 
Ben cicilerimi çok sevdim :D Bu arada fotolardaki parlamaların kusuruna bakmayın. Makinem ruhunu teslim ederken, yedek pilleri de bulunamadığında acele bir şekilde çekildiler, dolayısıyla parlama vs. düzeltemedim :(

Şimdi gözüm Hesi'nin bloğunda bahsettiği far paletinde :P  (Sevgili sevgilim duymasın :D)


P.S: Aslında bu postu dün akşam yayınlayacaktım fakat, evdeki bağlantının azizliğine uğradım, resimler yüklenmedi, ben de kaydedip sabah yayınlamaya karar verdim. Ama sabah 10'dan şu saate kadar full time sınav gözetmenliği yaptığım için yine fırsatım olmadı. Valla ben öğrenciyken daha az yoruluyordum :S Şimdi yok sınav sorusu hazırla, yok sınavda gözetmen ol, yetmedi mi sınav kağıtlarını oku, sisteme sonuçları gir, ilan et, daha da mı istersin ödevleri de oku, hoppaaa sınavlarda kazık kadar adamları hizaya sokmaya çalış "Konuşmayın arkadaşlar, önünüze dönün, kağıdınıza bakınnnn!!!" şeklinde boğazını parçala! Bitti mi, tabi ki hayır :D Bu arada bilimsel çalışmalarda bulun, makale oku, yaz, kongrelere katıl, tezini yaz ......................

Öfff yazarken bile fenalık geçirdim :D Acaba akademisyenlik sevdasına düşmeyip özel sektörün hararetli kollarına mı atsaydım kendimi :D

17 Aralık 2009 Perşembe

I'm back :D

Evet biliyorum, yine uzun bir ara verdim bloğa. Ama vallahi tembelliğimden değil -en azından bu seferlik :P -. Okuyup türkçeye çevirmem gereken bir sürü döküman ve kongreye yetiştirmem gereken 2 adet makalem olması nedeniyle bir haftadır yoğun bir tempoda çalışıyordum. Neyse ki makaleleri, sistem gece yarısı 12'de kapanmadan ve ben balkabağına dönüşmeden yollayabildim.

Böyle yoğun günlerin arkasından nedense garip bir şekilde boşluğa düşüyorum. "Eeee, şimdi ne olacak, iş de kalmadı, pöfff" şeklinde kendimle yaptığım sohbetler sonucunda -ki iş asla bitmez, sanki yazmam gereken bir doktora tezim yokmuş gibi- rahatlayıp, kendimi craft sitelerinde gezinirken buluyorum :D

Güya crafty engineer olacağım ama uzun zamandır başkalarıın yaptığı cicilere bakıp iç geçirmekten başka bir faaliyete imza atmışlığım da yok. Elimde çok güzel parça saten kumaşlarım var. Onlardan clutch yapmak istiyorum ama bir türlü makinenin başına geçip dikmeye başlayamıyorum.

Yılbaşı için evimizi süslemeye de henüz başlamadık. Ağacımızı itinayla kurup, kurulum sırasında sevgiliyle "O oraya asılmaz! Bak işte olmadı! Öfff sen karışma hayatım ya, ben yaparım! " replikleriyle birbirimizi bezdirmeye çalışmamız lazım daha :D Yılbaşı için birkaç yerde gördüğüm, çok hoşuma giden birkaç fikir var, onları da uygulamak istiyorum.

Mesela şu kar taneleri ne kadar güzel değil mi?



Kahve karıştırma çubuklarını sprey boyayla boyayarak yapılabilecek çok güzel bir uygulama bence. Hem yılbaşı konseptine de süper uygun. Tık tık

Yılbaşı ağacını süslemek için ise yapılabilecek 3 boyutlu süsler beni benden aldı doğrusu.

hem kağıttan hem de keçeden yapılabilir.

 
Yapım aşamaları,

 
 
 
 
Sanırım resimler yapım aşamaları için yeterli olmuştur. Kaynak için tık tık...

Bu da keçeden yapılmış hali, buna da bayıldım.

Yapılacak ne çok iş varmış meğer -he he sanki bilmiyorum da :P- .
Şimdilik benden bu kadar. Güzel, sakin ve mutlu bir perşembe geçirin, ne de olsa hafta sonuna bir gün kaldı ;)



9 Aralık 2009 Çarşamba

Huzur...

Bunlar benim olabilir mi ?

8 Aralık 2009 Salı

Bugün ne giydim? .... değil :) Bugün ne pişirdim - B.N.P :)

uyuzcadı Laleciğimin çağrısına uyarak B.N.P yazısı ile karşınızdayım :)

Öksürüğüm geçmiş olsa da, üzerimdeki kırgınlık ara ara devam ediyor. Dün güle oynaya gittiğim işe, bu sabah yataktan kalkamayarak gidemedim. Ben de evde kalınca, bugün daha erken gelecek olan canım sevgilime süpriz bir şeyler pişireyim dedim. Ama her zamanki gibi zamanı tutturamayarak, tamam itiraf ediyorum son dakikada birşeyler yapmaya kalkarak, olayı süpriz kıvamından çıkarıp, kendisine hamur yoğururken yakalandım :P Çok aç olmasına rağmen beni kırmayarak hiçbirşey yemedi ve benim yaptığım mamaların pişmesini sabırla bekledi. Sevdiceğin eve geliş saati akşamüstüne denk geldiği için çayın yanında yiyebileceğimiz pratik birşeyler yapmaya karar verdim. Evde bolca bulunan elmayı değerlendirmek için, milföy hamurundan kolay elmalı pasta yaptım. Yanına da portakal ağacında görüp bayıldığım minik peynirli pidelerden pişirdim. İkisinin de yapımı çok kolay.

Elmalı pasta için, rendelenmiş elmaları, 1 kaşık tarçını ve fındık içini karıştırıp biraz pişiriyoruz. Normalde içine isteyen toz şeker de koyabilir ama ben daha doğal olsun diye ve de elmanın kendi şekerinin yeteceğini düşünerek şeker eklemedim. Milföy hamurlarını üçgen şeklinde kesip pişirdiğimiz iç malzemeyi içine koyarak bir kenarından yuvarlıyoruz. Ben 180 derecelik fırında 20 dakika, üstleri pembeleşinceye kadar pişirdim. Üzerine arzuya göre pudra şekeri eklenerek servis edebilirsiniz. Sevgilim pudra şekerini sevmediğinden ben eklemedim.

İkinci tarif, minik pideler için ise, 1 bardak yoğurt, yarım bardak kadar sıvı yağ, 1 yumurta beyazı, 1 paket kabartma tozu, 1 tatlı kaşığı tuz ve 4 bardak unu  karıştırıp yoğurdum. Poğaça hamuru kıvamında bir hamur oldu. Daha sonra kaşar rendesi, 1 domates rendesi ve ince kıyılmış maydanozla hazırladığım içi, pide şekli verdiğim hamurun içine koydum ve kenarlardan kapattım. Tabi ben malzeme koyma olayını biraz abartınca, pidelerim hafiften pörtlek oldu :D Üzerinde yumurta sarısı sürüp 180 derecede yarım saat üzeri kızarıncaya kadar pişirdim.

Sevgili de yanına salata yaptı. Zaten bizim evde mecbur kalmadıkça ben salata yapmam. Canım sevgilim salata konusunda uzman oldu, O varken bana yapmak düşmez :P
Gelelim fotoğraflarına.



  İşte bu mamaları çayın yanında afiyetle yedik :D

7 Aralık 2009 Pazartesi

Her eve lazım :)


Ben de böyle bir kedi mi alsam acaba :)

6 Aralık 2009 Pazar

Hastayım, hasta... Canım hiç birşey istemiyor :(

Can dostumun gidişi, arkasından doğumgünü şenliğim ve akabinde de bayram ziyareti için 12 saatlik otobüs yolculuğuyla gerçekleştirilen Karadeniz seferinden sonra, 2 senedir burnu bile akmayan ben, ciğerlerimin anatomik konumlarını artık beğenmemeleri ile ısrarla ağzımdan çıkmaya çalışmaları sonucunda bir haftadır yatak-döşekle samimiyeti arttırmış bulunmaktayım. Bu arada tabi ki tüm blogları takip ettim, yeri geldi muhteşem yorumlarımla (!) kendilerini şenlendirdim. Ama gel gör ki vücudumdaki kırgınlık başka birşey yapmama izin vermiyor. Sevdiceğim bile durumdan oldukça mutsuz olmalı ki "Neden çanta dikmiyorsun? Hadi bir şeyler diksene!" diyerekten içimdeki crafty womanı dürtüklediyse de nafile, başarısız oldu.

Bak yazarken bile çok yoruldum:) En iyisi gidip şurubumu içeyim.

Bir antibiyotikle çilek aromalı öksürük şurubu sonrasında aranızdayım.

P.S: Bu arada kimse beni merak etmedi mi yahu!!! Ne arayan var ne soran:( (Bu hastalık döneminde bol bol kapris yapasım var, mazur görün ;) )

19 Kasım 2009 Perşembe

...

Aslında bundan önce bir post girmiş ve canımın çok sıkkın olduğunu söyleyerek sizden birkaç gün izin istemiştin. Evet canım hala sıkkın, çok da üzgünüm, sürekli gözlerim doluyor ama ben bu bloğu niye açtım ki? Bana dair iyi-kötü ne varsa paylaşmak için. "Eee, öyleyse!" dedim ve o postu sildim.

Niye mi üzgünüm? Hani bazı insanlar vardır hayatınızda, nasıl olduysa bir anda giriverirler yaşamınıza, hep varmış gibi. Hiç yadırgamazsınız onları ve alıp basarsınız bağrınıza. Siz oluverirler birden, siz de O. Sizi görenler hemen O'nu da sorarlar, O'nun yanında değilseniz sizi merak ederler. İşte öyle biri var benim de hayatımda. Dost mu desem, kardeş mi, aile mi... Bunların hepsi birden işte... Aslında daha da fazlası... Yedi koca yıl, hiç ayrılmadan, hiç darılmadan, tartışsak da hiç kin tutmadan bölüştük biz hayatlarımızı. Beraber güldük, beraber ağladık. Benim acım o'nun içini yaktı, O'nun sevinci bana dünyaları verdi.
Sonra biz büyüdük. Büyüdükçe çoğalttık birbirimizi. Bir gün ben bir güzel gözlüye aşık oldum, çok sevdim. Gözlerim parlayarak, ilk O'na söyledim aşık olduğumu, sevdiğimi, sevildiğimi. Gözleri parlayarak, sardı beni kollarıyla. Ben ve güzel gözlüm "Biz" olurken yine O vardı yanımızda. Sonra birgün O geldi ve "Aşık oldum" dedi, "Hem de deli gibi". Sıra bendeydi ve sardım O'nu kollarımla. Onlar "biz" olurken yanıbaşlarındaydım, tuttum sıkı sıkı ellerini.
İşte böyle bir dostluk bizimkisi. O benim "balam", ben O'un "kuzusu". Biz bırakın ayrı şehirlerde yaşamayı, ayrı semtlerde, apartmanlarda bile oturmayı düşünemezken, komşu olmuşken, şimdi O kilometrelerce uzakta, başka bir ülkede sevdiceğiyle beraber. Biliyorum çok mutlu ama benden uzak işte. İstediğim an kapısına dayanıp "çay koy banaaa!" diye nazlanamayacağım. Sabahları "kahvaltı hazırrr" diyen sesiyle uyanamayacağım... İşte bu yakıyor içimi.
Dün gece yolladım uzaklara balamı. Öncesinde çok hazırlamıştım kendimi aslında ama kandırmışım kendimi sadece, hazır değilmişim oysa. Arabayla giderken havaalanına, dayanamadım daha fazla. O sırasını beklerken gişede sıkı sıkı tuttu sevdiğinin elinden, bana baktı yalvaran gözlerle "Ne olur, ağlama daha fazla!" der gibi. Ben daha bir sıkı sarıldım sevdiğim erkeğe, hıçkırıklarımı tutmaya çalışırken içimde. Gönderirken O'nu uzaklara kocaman kucakladım, "Kendine iyi bak!" diyebildim sadece kulağına fısıltıyla.
Oysa bugün benim doğumgünümdü ama O'nun dün gitmesi lazımdı. İşte bundan sıkkınlığım. Biliyorum ki O çok mutlu şu an. Uzaklık bize vız gelir ama işte elimde değil... Alışacağım, ama O'nun yokluğuna değil, sadece uzaklığa alışacağım.
Biliyorum okuyacaksın bunları. Canım dostum, ablam, balam... Dün diyemedim sana içimden geçen herşeyi, engel oldu boğazıma düğümlenen hasretlik. Kendine çok iyi bak oralarda, mutlu ama çok mutlu ol.
Benden kurtuluşun yok nasılsa. Ben hep senin "nazlı kuzun", sen de benim "ayyem" olacaksın :)

16 Kasım 2009 Pazartesi

2012 - End of The World...

Dün akşam arkadaşlarımızla 2012 filmini izlemeye gittik. Beklediğimiz gibi bol heyecan, gerilim ve görsel efekle dolu bir filmdi. Bazı noktalar yüzeysel geçilmişti. Amerika tabi ki başroldeydi.
Yalnız anlamadığım bir şey var. Neden tüm felaketler hep Amerika'nın başına geliyor yahu :D Yerkabuğu çökmeye direk oradan başladı. Ne bahtsız bir ülke bu ya :P
Zaten bir gün ya uzaylılar gelecek kapımıza "Uğraşmayın oğlum bizle!" diye, ya da söyleye söyleye kıyameti kopartacaklar sonunda :D

Sinemadan çıkarken "Hepimiz öleceğizzzzz!" formatındaydı tüm seyirciler :D  Salondan çıkış sırasının düzenini (!) görünce düşünmeden edemedim doğrusu: "Biz daha sırayla salondan dışarı çıkamıyoruz, dünyanın sonu gelse ülkeyi nasıl boşaltırız" diye :P

14 Kasım 2009 Cumartesi

Son günlerde okuduklarım...

Kitap kokusunu sevmeyen var mıdır? Ben bayılırım. Kapağında parmaklarımı dolaştırmak, kokusunu büyük bir zevkle ciğerlerime doldurmak bana göre çok keyiflidir. Hele ki mevsimlerden kışsa, ben evdeysem, yanımda taze demli çayım varsa değmeyin keyfime. Bu uğurda gözlerimi bozmuşluğum bile var, düşünün artık kitap okumanın benim için anlamını.
İntenetin tüm nimetlerini sonuna kadar kullanan bir insan olarak yapmadığım, yapamadığım tek şey belki de kitap satın almak. Ben kitapçıya gidip, sayfaları karıştırmaktan, tek tek harflerine bakmaktan hoşlananlardanım.

Daha kumaşlarımı almadım, dolayısıyla size gösterebileceğim muhteşem(!) bir eserim yok. Eee boş mu dursun bloğum:D Paylaşmak lazım diyerek yola çıktığıma göre, en güzel paylaşımlardan birini yapmak istedim ve işte bu ay okuduğum kitaplarım: 


Amin Maalouf'un sade ama akıcı diliyle yazılmış iki kitap... Ömer Hayyam'ın elyazması Rubaiyat'ın Semerkant'tan Titanic'e uzanan öyküsü. Bir solukta büyük bir keyifle okudum.
İkinci kitap Doğunun Limanları, aynı keyifle bitirdiğim, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Beyrut ve Fransaya uzanan trajik bir aşk öyküsü. Amin Maalouf'u henüz okumayan varsa şiddetle tavsiye edilir.

Bugüne kadar nasıl olup da Sabahattin Ali okumadığıma bu kitabı bitirdikten sonra çok hayıflandım doğrusu. Eşimin kendine aldığı kitaba göz atmak bahanesiyle elime aldım ve bırakamadım. Hiçlik duygusu ve çaresizlik bu kadar güzel anlatılabilinirdi ancak.
Elveda Gülsarı'ya büyük bir hevesle başlamıştım. Cengiz Aytmatov sevdiğim yazarlardandır çünkü. İlk başlarda bana çok durağan geldi kitap, kimi zamanda çok sıkıcı. Ama yılmadım okumaya devam ettim. Kitap beni çok etkilemese de yine de Aytmatov okumak zevkliydi.
İşte beni can evimden vuran kitaplardan biri. Uçurtma Avcısı'nın sinemaya uyarlandığını ve filmin iki ödül aldığını açıkcası kitabı almadan bilmiyordum :( Nazo'nun bloğunda gördükten sonra almaya karar vermiş, ama fırsatını bulamamıştım. En sonunda aldım ve okudum, hatta okumaktan çok içtim.  Mutlaka okunması gereken kitaplardan biri bence. Hatta bu kitaptan hemen sonra da aynı yazarın "Bin Muhteşem Güneş" adlı romanını da aldım. Onu da beynimin ve kalbimin süzgecinden geçirdim büyük bir keyifle. (Kitap kapağına bayılmıştım alırken. Kitabı bir arkadaşıma okuması için verdiğimden maalesef fotoğrafını çekemedim:( )
 
Benim gibi salt, kuru tarih okumaktan hoşlanmayanlardansınız bu kitap tam size göre(Tam bir reklam cümlesi oldu. Duyan da kitabın yayınevinin sahibiyim sanır :D )Şiirsel bir dille yazılmış, İstanbul'a farklı bir gözle bakmama sebep olan Katre-i Matem (Matem Damlası) İskender Pala'nın okuduğum ilk kitabı. Tesadüf eseri elime geçti bu kitap. Genelde belli dönemler belli kitaplara talep çok artıyor (bestseller dediğimiz kitapları kastediyorum). İşte kitap ne kadar güzel olursa olsun ben o kitabı, o dönemde okuyamıyorum. Sanki kitaba hakkettiği değeri veremeyeceğim hissine kapılıyorum. Dolayısıyla kitapçıda da gördüğümde ilgilenmedim bile bu kitapla. Can dostumla gittiğimiz kitapçıdan, O'nun yoğun isteklerine karşı koyamayarak elimde Katre-i  Matem ile çıktım. Hemen arkasından da Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk'ı aradım buldum.  Dün Beyazıt'taydım ve bu sefer yaşadığım İstanbul'a farklı bir gözle baktım. Kapalıçarşı'da hızlı hızlı  dolaşmak yerine, her taşına, her köşesine bakarak daldım koridorlarına.  Farketmesek de, ara ara unutsak da ne güzel bir şehirde yaşıyoruz! Çok keyiflendim dün çok :D 


Bunlar da okunmayı bekleyen TÜYAP ganimetlerim :D Her zamanki gibi fuarın son gününde gittik ve insan seline karıştık eşimle. Her sene fuar başlamadan haftaiçi gitmek lazım dememize rağmen, son güne kalmamız da takdire değer doğrusu. Neyse, kitap fiyatları fuar olmasına rağmen maalesef çok da uygun değildi. En azından her keseye uygun değildi. Ezilmemeye çalışarak, kan ter içinde standlara göz attıktan sonra Tübitak'ın standında aldık soluğu. Matematiğin Aydınlık Dünyası eşime, Jules Verne'ler bana :D Bence gayet adaletli bir alışveriş oldu:P

Bugünlük de bu kadar olsun ;)
Herkese iyi haftasonları :D 

12 Kasım 2009 Perşembe

Çanta Diktim :)

Blog aleminde severek takip ettiklerimden biri de Leyya'nın o güzelim çantalarını sergilediği bloğu. Hani  insanın yüzünde kocaman bir gülümsemeye ve "Ben de çanta dikeceğimmmmm!!" şeklinde çığlıklara neden olan.

Yine rahat durmayan içsesimin vermiş olduğu cesaretle hadi dedim, ben de dikeyim bir cici kendime. Ama hemen arkasından mantıklı mühendis tarafım "Crafty, bak bu işler kolay değil! Bunun açısı var, denge noktası var. Alırsın güzelim kumaşı mahvedersin. Gel yapma, hem sen hiç dikiş makinesi kullandın mı?" şeklinde beni kendime getirmeye çalıştıysa da, içsesin sağ kroşesiyle müsabakadan elendi. Evet, çanta dikecektim ama ortada bir sorun vardı, benim ne dikiş makinem, ne kumaşım ne de çanta için gereken keçem vardı. Ama olsundu, bu bünyenin elinden ne kurtulmuştu ki(!). Heheyyyttt. Aklımda dikeceğim çantamın hayaliyle başladım çalışmalara. İlk işim, arkadaşımın dikiş makinesini süresiz olarak evlat edinmek oldu. Sonra da eşimi çekiştirerek IKEA'nın yolunu tuttum, o güzelim kumaşlardan almak için. IKEA, aslında benim için bir tutku. Bir sene boyunca ürünlerinin değişmemesine rağmen, arada tutan krizlerim sonucu, arkadaş, eş -kurbanın kim olduğu önemli değil- en sevimli surat ifadesi takınılarak kandırılır ve bunun sonucunda "IKEA, evimizin herşeyiiiii!" diyerekten yola düşülür :D
IKEA'ya yapılan kumaş seferi sonucunda çocuk reyonundan elde edilen bir top (yaklaşık 3 metre- evi kumaşla kaplayacağım sanki :P ) kelebekli, böcekli, çiçekli kumaşla, kumaş reyonundan eller titreyerek kesilen 50cm kumaşla eve geri dönülür. Bu arada Eminönü'ne fermuar ve keçe seferi de düzenlenip, bilimum dikiş malzemeleri ve zafer nidalarıyla dikiş makinesinin başına oturulur.
Önce ufaktan başlayayım dedim ve benim için vazgeçilmezlerden biri olan hard diskim için fermuarlı küçük bir kese dikmeye karar verdim. Bunun için de çicekli, böcekli kumaşımı kullandım ve ortaya bu sevimli şey çıktı.



Bu benim makinede diktiğim ilk cicim, dolayısıyla kendisiyle büyük bir bağımız var :P
Şimdi gelelim çantama. Yukarıda bir macera romanının giriş sayfası uzunluğunda anlattıklarıma bakarak sanat harikası bir çanta beklememenizi şiddetle tavsiye ederim :)


Kumaşı eşim beğendi. Kapalıçarşıdan aldığım keçeyi sert durması için kumaşla astar arasına diktim. Hem küçük keseye hem de çantaya fermuar dikerken şu  linkteki anlatımdan yararlandım. Gerçekten çok anlaşılır ve pratik bir yöntem. Benim gibi yeni başlayanlar için birebir ;)
Haftasonu yeni kumaşlarla, kırmayı nasıl becerdiğimi hala çözemediğim (:P) dikiş makinesi iğnesini alacağım. Umarım haftaya yeni çantalarla karşınıza çıkarım ;)

Ayakkabı Tutkunlarına :)





Kaynak

Çok Çalışmam Lazım Çookkk :D

-İç ses: "Haydi Crafty, haydi! Blokla oynayalım, yaptığımız cicileri ekleyelim:) Haydi amaaaa..."
-Crafty Engineer: "Bi dur iç ses yaaa, bi dur! İşim gücüm var benim!! Zaten sana uyduk, sonumuz ne olacak yarabbi kıvamında beklemedeyim :S"

Sanırım bu blogger olma olayı, dışarıdan göründüğü kadar kolay değil. Hem meşakkatli, hem de sorumluluk isteyen bir iş. Eee bir de seni izleme listesine alan insanlar varsa, yüzleri de kara çıkartmamak lazım. Dolayısıyla ne yapılacakmış: Çok çalışılacak, yeni ciciler yapılacak, yapılanlar güzelce fotoğraflanacak ve buraya eklenecek.

Anlayacağınız çok çalışmam lazım çookk ......

Kendime not: Daha önce yaptıklarını eklersen belki 1-2 gün kazanırsın ;)

11 Kasım 2009 Çarşamba

Nihayet...

Neredeyse 1 hafta önce bloğumun tapusunu almış olmama rağmen, daha ne düzenlemesini yapabildim ne de "Heyyy, ben de buradayım :D " temalı muhteşem (!) yazımı girebildim. Yoksa daha başlamadan blogger olma maceram sona mı erecek :S

Daha ilk yazıyla kazara bloğuma uğramış kişileri de kaçırmak istemem. Gelelim işin özetine: Uzunnnca bir süredir, sessiz sedasız blog takipçisi olan bendeniz bir gece yarısı uykusuzluğun vermiş olduğu gafletle "Yaaa benim de bir bloğum olsun, ben de ciciler yapayım, yaptıklarımı paylaşayım. N'olurr, n'olurr!" şeklinde beynimi yiyen iç sesime yenilerek bloğumun temellerini attım.

Yaptığım işle hiçbir ilgisi olmayan dikişe, boyamaya merak salan bu bünyeyi daha fazla frenleyemedim ve işte ben de aranızdayım.
Related Posts with Thumbnails